DORİAN GRAY’İN PORTRESİ ÜZERİNE BİR İNCELEME
DORİAN GRAY’İN PORTRESİ ÜZERİNE BİR İNCELEME
Başlarken
Yazarların hayatına, yaşadığı çağın
olaylarına, onu etkileyen karakterlere göz atmanın, ele alınan eseri incelemede
bize yol göstereceğini varsaydığımız için öncelikle Oscar Wilde'ın hayatına ve
romanın geçtiği döneme bir göz atacağız.
Oscar Wilde, 1854 yılında James Joyce'un
da memleketi olan İrlanda'nın Dublin kentinde tam Victoria
döneminin içine doğmuş. Parlak bir maarif hayatı geçirmiş, erken yaşta şiirler
yazmaya ve ödüller almaya başlamış. Kısa sürede popüler biri haline gelmiş.
Dönemin sosyokültürel yapısını eleştirmiş. Cinsel tercihleri ve hayat tarzı
tartışılır olmuş. 1891 yılında Dorian Gray'ın Portresi adlı tek romanını
yayınlamış. Roman sansasyon etkisi yaratmış ve dönemin ileri gelenleri
tarafından ağır şekilde eleştirilmiş. 1895 yılında "büyük ahlaksızlık
suçu" işlediği gerekçesiyle hapis cezasına çarptırılmış. Eserlerinde
genel olarak özel yaşamına ilişkin olayları ve Victoria Çağı ahlakının
ikiyüzlülüğünü ele almıştır ve bu temalar Dorian Gray’in Portresinde doruk
noktasına ulaşmıştır. 1900 yılında hayata gözlerini yummuş. Can yayınlarından
çıkan baskısında Andre Gide'nin önsözüne yer verilmiştir. Okumanızı tavsiye
ederim.
Victoria dönemi
Victoria dönemi adını dönemin Britanya
hükümdarı Kraliçe Victoria'dan alır ve 1837 ile 1901 yılları arasını kapsar. Bu
dönem sanayi devriminin taçlandığı ve ülkenin katı ahlak kurallarıyla
yönetildiği bir dönem olarak bilinir. Kapitalizmin doruklara ulaştığı bu
dönemde açlık, sefalet, çocuk işçiler, ahlaksızlık ve sömürü oldukça fazla görülür.
Orta Çağ ahlak anlayışının etkisinde kalan bir anlayışla amel eden yönetim
birçok garipliği de peşinde getirir. Ahlakı korumak isterken oluşan riyakarlık,
sevgisiz evlilikleri üstün görmek, sanata karşı duyulan düşmanlık, cinsel
konuların tabu haline getirilmesi, sömürü düzeninin getirdiği ekonomik buhran
bu dönemin özelliklerindendir. Nitekim Wilde eserini işte böyle bir dönemde
yazmış ve sanatın özünde ahlak dışı olduğunu ve herkesin Dorian Gray 'de kendi
günahlarını göreceğini savunmuştur.
“Cesaret denilen şey insanlığı çoktan terk etmiş.
Belki de hiç cesur olmadık. Ahlakın temelindeki toplum korkusu, dinin sırrı ise
Tanrı korkusu: İşte bizi yöneten iki şey.”
Özet
Dorian
Gray çok yakışıklı genç bir adam, ressam Basil Hallward’da onun güzelliğinden
çok etkilenen bir hayranıdır. Basil'in evinde,
Basil'in arkadaşı Lord Henry Wotton ile tanışımış ve onun dünya
görüşünden çok etkilenmiştir.
Lord
Henry, en önemli değerlerin zevk, güzellik ve farklı hazlar elde etmek olduğunu
anlatmaktadır. . Dorian, güzelliğini bir
gün yitireceğini fark eder ve ağlayarak onun yerine Basil'in çizdiği resminin
yaşlanmasını ne kadar çok istediğini dile getirir. Bunu duyan şeytan onunla
temasa geçip onunla pazarlık yapar. Dorian genç kalacak onun yerine Portresi
yaşanacak, bunun karşılığında ise Dorian ruhunu şeytana satacaktır. Böylece
Dorian'ın bu dileği gerçekleşmiş, ebedi gençlik karşısında ruhunu şeytana
satmıştır
Dorian
genç kalırken, Portresi yaşlanmakta ve işlediği her günah portreye yansımaktadır.
Dorian sansasyonlarla dolu bir hayat yaşarken hiç yaşlanmamakta ruhu şeytanın
olmuş ve portresi yaşlanmaktadır.
“Geçmişin tüm cazibesi geçmişte kalmış olmasıdır.”
İnceleme
Not: Bu incelemede İş Bankası Kültür
Yayınlarının Kasım 2018 baskısı kullanılmıştır.
“Sahip
olunan her türlü fiziksel ve zinihsel ayrıcalğıın felakete sürükleyen bir yanı
vardır; devrik kralların sendeleyen adımlarında izini sürebileceğimiz türden
bir felaket. Diğerlerinden farklı olmamak daha iyidir. Çirkinler ve aptallar bu
dünyada her şeyin en güzeline sahiptirler. Kafaları son derece rahat, ağızları
bir karış açık öylece oturup oyunu izeleyebilirler. Zafer nedir bilmezler belki
ama en azından, yenilgiyi de tatmazlar. Hiç istiflerini bozmadan, kayıtsız,
gürültüsüz patırtısız yaşayıp giderler; tıpkı hepimizin yaşaması gerektiği gibi.
Ne başkalarını felakete sürüklerler, ne de yaban ellerde heder olurlar. Senin
mevkin ve malın mülkün Harry; benim az çok sahip olduğum zekam ve artık ne
kadar değeri varsa, sanatımı; Dorian Gray’in ise güzelliği; Tanrı’nın bize
lütfettiği bu şeyler yüzünden acı çekeceğiz, hem de büyük acılar.” (Syf:6)
Belki de kitabı en güzel özetleyen pasaj
bu. Daha kitabın ilk sayfalarında geçen bu kesit bize romanın geri kalanıyla ilgili
kehanette bulunuyor gibi.
Kahramanımız Dorian Gray, anne
babasından mahrum kalmış, hatrı sayılır bir mirasa sahip, yakışıklı ve toy bir
genç. Atasından kalan eve taşındıktan sonra Basil Hallward adında umut verici
bir ressam ile tanışıyor. Sokrates’in gençlere duyduğu sevgiye benzer bir
sevgiyle Dorian’a sevgi besliyor. Bu sevgi bazen hemcinsine karşı olağandışı
bir boyuta ulaşabiliyor. Ayrıca Basil, Dorian’ı sanatının en üstüne
çıkarabilecek biri olarak da görüyor. Eserin yazıldığı dönemde eşcinselliği
alenen vurgulayan ifadeler içerdiğini söyleyen eleştirmenlerin dayanağı, Basil
ve Lord Henry’nin Dorian’a karşı beslediği bu tarz bir sevgi olsa gerek. Basil,
Dorian’ın onu kattığı hazla birlikte şaheseri dediği tablosunu yapmaktadır.
Basil’in Dorian’ı arkadaşı Lord Henry ile tanıştırması hikayenin başlangıcı
olur. Aslında Basil başta aykırı fikirleri ve konuşmalarında can alıcı bir etki
olan Henry ile Dorian’ı tanıştırmak istemez. Fakat tanışırlar. Gray’in 20’li
yaşlarının başında Lord Henry ile karşılaşması, tam olarak oturmamış olan
kimliğinin çok fazla etkilenerek değişime uğramasına neden olur. Gray’in
kazandığı kimliğe uygun arkadaşlıklar kuramaması ve fikirlerini henüz tam
olarak belirleyememiş olması, onun Lord’un etkisinde kalmasına neden olmuştur
ve zamanla ona karşı daha da yakınlık hissetmeye başlamıştır. Bu da iyimser
olan bakış açısının zaman içinde kötümser ve umursamaz bir hal almasına yol
açmıştır. Bu dönemde arkadaş çevresinin daha öncelikli olması ve Dorian’ın
ailesinin de bulunmaması onun Lord’dan bir türlü uzaklaşamamasına neden
olmuştur.
“Tanımlamak sınırlamaktır.”
Basil’in yaptığı tabloyu görünce içinde
oluşuveren kin ve kıskançlıkla portrenin onun yerine yaşlanmasını ve ebedi
gençliği ve güzelliği istemiştir. Bir zaman sonra evin bir köşesine asıp
unuttuğu portreye bakınca duasının kabul olduğunu idrak etmiştir. Zamanla ahlakın
sahte ve riyakarlık, gerçeğin ise hazzı sağlayan gençlik ve güzellik olduğunu
benimseyen Henry ile olan arkadaşlığı gelişmiş, O’nun fikirlerini benimsemiş ve
duasını perçinlemiştir. Öyle ki yaptığı tüm günahlar, hatta sevdiği bir kadının
intiharına sebep olmak bile Henry’nin telkinlerinin de etkisiyle, Dorian’ın
ruhunun dehlizlerinde kaybolup gitmiştir. “Deneyimin
bize gösterdiği tek şey şudur; geçmişimiz neyse geleceğimiz de o olacaktır ve
geçmişte tiksinerek işlediğimiz günahları gelecekte defalarca, hem de mutluluk
duyarak işleyeceğiz.” Bir süre sonra
tabloya bir daha baktığında ruhunun almış olduğu hal karşısında travma
geçirmiştir. Portre artık Dorian’ın ruhunda nevrotik bir etki göstermeye
başlamıştır. Portreyi herkesten gizler. Kendine daha entelektüel hobiler bulur.
Portrenin onda yarattığı etki davranışlarına yansımaz. Gençliği ve güzelliği
sayesinde balolar, davetler, kadınlar ve günahlardan geri durmaz. Bir zamanlar
neredeyse güzelliği karşısında O’na tapan Basil ziyaretine gelir. Özellikle on
ikinci bölümde Basil’i dinlediğimizde, aslında Dorian’a duyduğu sevginin cinsel
manadan çok gerçek güzelliği aradığını, sanatına anlam katmak istediğini, O’nu
insan olduğu için sevdiğini anlıyoruz. Fakat Dorian tüm bu olayların müsebbibi
olarak gördüğü Basil’i öldürür.
“Sevmekten vazgeçtiğimiz insanların duygularında her
zaman bize gülünç gelen bir şeyler vardır.”
Dorian’ın Lord Henry ile olan ilişkisi
zaman zaman inişli çıkışlı bir hal alır. Gerçek bir aşk yaşayan Dorian, aşkı ve
sevgiyi aşağılayan Henry’ye “Onunlayken
senin bana öğrettiğin her şeyden büyük pişmanlık duyuyorum.” Der. Fakat
hiçbir zaman Henry’nin etkisinden kurtulamaz. Nitekim ileride Henry O’na “Dorian, beni hep seveceksin. Senin için,
işlemeye asla yüreğinin yetmediği günahların temsilcisiyim ben.” Der.
Yaşadığı
tüm bu olaylara daha fazla dayanamayan Dorian portreyi yok etmeye karar verir.
Fakat bu karar kendisinin sonu olur.
“Öyle günahlar vardı ki hatırası işlemesinden daha
çekiciydi; öyle zaferler vardı ki arzuları değil de kibri besleyip doyurur,
duyulara verebileceği keyif ve tatmin duygusundan çok daha fazlasını zihne
verirdi.”
Sona Gelirken
Eser yer yer durağanlaşsa da genellikle
akıcı, edebi dili yoğun ve etkiliydi. Dönemi anlamamız için gerekli
betimlemeler ve hicivler gayet yerindeydi. Hiç bu kadar cümlelerin altını
çizdiğim bir roman olmamıştı. İçerisinde sıkça aforizmalar barındırıyordu. Lord
Henry’nin aykırı fikirleri roman boyunca devam ediyor. Bazen her şeye bir
cevabının olması ve uzun uzadıya konuşması sıksa da sözlerin düşündürücü. Zaten
kitapta yer alan aforizmaları yazının içine monte ettim. Düşünmek gerekir.
Ayrıca eser bir çok konuya da değinmeden geçememiş. Aristokrasi, sanat, ahlak,
günah kavramı bir çok konu işlenmiş. Haliyle bu kadar konuyu iki yüz elli
sayfalık bir romana sığdırmak yoğun bir anlatımı da beraberinde getiriyor.
Okuduğum romanların yazarları hakkında derinlemesine inceleme yapmayı severim. Wilde’ın
arkadaşları, eleştirmenler ve biyografi yazarlarından edindiğin fikir şu. Wilde
tıpkı antik yunan filozofları gibi dehasını sadece eserlerinde göstermiş biri
değil, aynı zamanda bunu günahıyla sevabıyla yaşamış biri.
Wilde’ın da dediği gibi Basil, yazarın
kendisini ifade ediyor. Lord Henry ise içinde yaşadıkları toplumu. Portre ise
sadece Dorian’ın değil hepimizin vicdanı. İnsanın kendi benliğini bu kadar net
görmesi iyi mi kötü mü? Zamanın akıp giden sıradanlığı içinde yüzümüzde kah
kibirden kah vicdan azabından sebep beliren çizgiler… Ruhumuzda oluşan
karanlığın yüzümüzde bıraktığı izlere bakmak mı yoksa onu tüm çıplaklığıyla
karşımızda görmek mi?



Yorumlar
Yorum Gönder
Soru görüş ve önerilerinizle sayfamıza destek olabilirsiniz.